.
CİLT HASTALIKLARI
Güneşe maruz kalındığında, ergenlikte, gebelik ve doğum kontrol haplarının kullanıldığı dönemlerde benlerde...
Doğum kontrol haplarının etkisi...
Denizli Devlet Hastanesi Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr. Fatma Rezzan Er, güneşin, ergenliğin, hamileliğin ve doğum kontrol haplarının benlerde artma ile büyümeye neden olabileceğini bildirdi
Yeni benler oluşabilir
Zaman içinde ortaya çıkan değişimler insanları korkutuyor. Dr. Rezzan Er, yaşam boyunca vücutta yeni benlerin oluşabildiğini ifade etti. Benlerin en çok ilk 20 yılda ortaya çıktığını ancak 50-60lı yaşlara kadar devam ettiğini kaydeden Er, "Benler bazen büyüyor, bazen küçülüyor, renk değişimleri yaşanıyor hatta ileri yaşlarda benler kayboluyor.
Güneşte fazla kalmayın!
Çoğu zaman bu değişimlerin farkına bile varmıyoruz. Güneşe maruz kalındığında, ergenlikte, gebelik ve doğum kontrol haplarının kullanıldığı dönemlerde benlerde; sayı artması, büyüme, renklerde farklılaşma gibi değişimlerin olabiliyor. Bunlar, korkulmaması gereken fizyolojik değişimlerdir." dedi.
Er, bazı benlerde kötü huylu tümörün malign melanom gelişebildiğini de belirterek, "Kötü huylu tümör, yüzde 70 oranında normal deriden kaynaklanırken, yüzde 30 oranında da mevcut benin zaman içinde uğradığı değişiklik sonucu ortaya çıkıyor.
Erken teşhis önemli
Bu noktada, değişimleri önceden fark etmek büyük önem taşıyor. Çok çeşitli klinik görünümleri olabilen benler, zaman içinde ortaya çıkan değişimleri insanları korkutuyor. Bu değişimler fizyolojik olup, insanların kısa zaman diliminde ve hızla oluşan değişiklere karşı dikkatli olmaları gerekiyor." diye konuştu.
........................................................................................................
Plörezi
Plörezi, akciğerleri çepeçevre saran zarların arasında sıvı toplanmasıyla sonuçlanan hastalıkların genel ismidir. Halk arasında zatülcenp adıyla bilinir. Her yaştan insanda görülebilir. Tüberkülozdan kansere, kalp yetersizliğinden romatizmal hastalıklara kadar 50 den fazla nedeni vardır.
Amerika Birleşik Devletleride yılda 1 milyon kişide plörezi teşhisi konduğu istatistiklerle saptanmıştır. Ülkemizde de çok görülen akciğer hastalıklarından biri olan plörezinin nedenleri içinde gençlerde tüberküloz, yaşlılarda ise kanser ve kalp yetersizliği ilk sıralarda gelir. Zatürenin neden olduğu plörezilere ise her yaşta rastlanabilir.
Plörezinin belirtileri
Plörezinin belirtileri esas hastalığa bağlı olarak değişirse de, kuru öksürük, yan ağırısı ve nefes darlığı gibi belirtiler tüm hastalarda vardır.
Ağrı: Hastalığın ilk belirtisi göğüs duvarının tek bir noktasında duyulan ağrıdır. Sırtta, göğüste veya göğsün yan taraflarında olabilir. Ağrınınen önemli özelliği, derini nefes alırken, öksürürken, hapşırırken bıçak ucu batar tarzda ve şiddetli olmasıdır. Nedeni, iltihaplanmış akciğer zarlarınınsolunum hareketleri sırasında birbirlerine sürtünmesidir. Hasta ağırının en çok olduğu noktayı parmağı ile gösterir. İşte, bu nokta dinleme aleti ile dinlendiğinde frotman ismi verilen özel bir ses duyulur. Bu ses hastalar tarafından da işitilebilir ve meşin gıcırtısı veya karda yürürken çıkan seslere benzetilir.
Öksürük: Plörezili hastalarda kuru bir öksürük de hemen her zaman vardır. Nedeni, akciğer zarlarındaki öksürük refleksi doğuran noktaların uyarılmasıdır. Plörezi öksürüğü kurudur, yani hastalar balgam çıkarmazlar. Öksürük, ağırıyı artırdığı için son derece rahatsız edicidir. Hastalar öksürürlerken hasta olan taraflarının üzerine yatarak ağrıyı önlemek isterler.
Nefes darlığı: Akciğer zarları arasında biriken sıvının miktarına bağlı olarak nefes darlığı da vardır. Nedeni, sıvının akciğerleri sıkıştırarak hareketlerine engel olmasıdır. Nefes darlığı, önceleri sadece eforlar sırasında ortaya çıkarken, sıvı miktarı arttıkça oturur durumda bile nefes darlığı hissedilebilir. Sıvı miktarı çok olan hastalar, sırtüstü yatamadıkları gibi, ancak sıvaının bulunduğu tarafın üzerine yatmakla rahat edebilirler.
........................................................................................................
HAŞLANMA
Kucakta tutulan bir fincan çay zararsız görünür, ama küçük bir kıpırtıyla ciddi haşlanmaya yol açabilir. Çok sık görülen bir kaza olan haşlama, son derece tehlikeli olabilmektedir...
Haşlanma, çok sık görülen bir ev kazasıdır ve her yıl çok sayıda insan bu nedenle ölmekte ya da sakat kalmaktadır. Bu tür kazalara en çok uğrayanlar çocuklar ve çok yaşlılardır. Bu da, evdeki önlemlerin daha da artırılması gerektiğini göstermektedir. Haşlanmanın ağırlığı yani derecesi deri dokusundaki zararın derinliğine göre değerlendirilir; üç türü vardır ve bunlara birinci, ikinci ve üçüncü derecede yanık denir. Bedenin zarar gören toplam yüzeyi ise ikinci bir ölçüttür.
Son yıllarda, bu değerlendirmeyi basitleştirme yolunda bazı çabalar gösterilmektedir. Birinci ve ikinci derecede haşlanmaların birbirinden ayrılması güç olduğundan, bunların ikisine birden kısmi parsiyel kalınlıkta haşlanma, üçüncü derecedekilere ise tam kalınlıkta haşlanma denilmektedir. Bu yeni değerlendirmenin üstünlüğü, tam kalınlıktaki haşlanma teşhisinın daha kolay konmasıdır. Bu tür haşlanmada bütün deri hasar görür ve derideki sinirleri de kapsar. Bir iğneyle deriye dokunulursa, kısmi kalınlıktaki haşlanmada ağrı hissedilir, ama tam kalınlıkta sinir zedelendiğinden duyu yitimi vardır.
Nedenleri
Haşlanma, sıcak sıvı kaynayan su ya da sıcak çay gibi ya da buharla dokuların zarar görmesidir. Yanık ile haşlanma arasında önemli bir fark yoktur; yanık kuru ısıyla, haşlanma ise nemli ısıyla oluşur. Görülen zarar ile tedavi ilkeleri aynıdır.
Belirtiler
Birinci derecedeki haşlanmalar, en az zararlı olanlardır. Yalnız dış tabaka, yani üstderi epidermis zarar görmüştür. Derideki ter bezleri ve kıl kökleri gibi yapılar zarar görmez ve deri yeniden oluşabilir. Birinci derecede haşlanma belirtileri kızarıklık, ağır ya da hafif ağrı ve bazen kabarcıklardır. Kabarcıklar yarayı enfeksiyondan korur, bu nedenle patlatılmamalıdır. Kuramsal olarak, ikinci derecede haşlanma, daha derin olduğundan daha ciddidir, ama pratikte bunları birbirinden ayırt etmek güçtür. Genellikle birlikte olduklarından, "kısmi kalınlıkta yanık" olarak sınıflandırmak daha kolaydır. Altderide ciddi zararlar oluşabilir. Üstderinin ise tümü zarar görür, yalnızca derinin en derindeki hücreleri ile birkaç ter bezi ve kılkökü sağlam kalır. Ancak yine de yeni deri gelişimine yetecek kadar sağlam deri dokusu bulunur. Yeni oluşan deri, büyük bir olasılıkla pürtüklü, daha soluk renkte, kılsız ve bazen hissizdir.
Üçüncü derecede ya da tam kalınlıkta haşlanma, en ciddi türdür. Derinin tümü ile bütün kılkökleri ve ter bezleri zarar görmüştür. Yeni deriyi oluşturabilecek hücre kalmamıştır. Ancak, sinir uçları da hasar gördüğünden, daha yüzeysel olan haşlanmaların tersine, daha az ağrılıdır. Enfeksiyon çok önemli bir sorundur, az olan iyileşme olasılığını yok edebilir; bu nedenle, tedavi sırasında yarayı mikroplardan korumak çok önemlidir. Bu tür haşlanmada zarar, genellikle deri aktarımı gerektirecek kadar çoktur. Başlangıçta yara, ölü dokuların oluşturduğu bir kabukla kaplanır ve bu bir ölçüde yarayı enfeksiyondan korur. Kabuk düştüğünde ya da doktor tarafından kaldırıldığında, alttaki doku açığa çıkar. Hastanın bedeninin başka yerlerinden genellikle kalça ya da bacağın içinden alınan deri parçaları yanmış bölgeye "ekilir" ve sağlıklı deri adacıkları zamanla yayılıp birleşerek, yeni bir deri oluştururlar. Ancak bu birkaç aylık dikkatli bir bakım gerektirir ve ilk deriler tutmazsa bazen ikinci bir aktarım yapılır.
Haşlanmanın bedende oluşturduğu zarar, yalnızca deride bir bölgenin hasar görmesi ile kalmaz. Haşlanmadan daha ciddi olan bir tehlike, plazmanın kanın renksiz bölümü yitirilmesidir. Beden örtüsünün bir bölümünün yok olduğu durumlarda ortaya çıkan bu durum, ciddi bir komplikasyondur. Plazma yitimi oldukça fazla olabilir; hatta genellikle yanık bölgeden beklenileni aşar. Beden sıvısındaki bu yitim şoka ve yaşam merkezlerinin iflasına yol açabilir. Bu tip kazalarda ölüm nedeni genellikle budur. O yüzden, haşlanan alanın genişliği, derinliğinden önemlidir. Sorunun ciddiliği, yanan yüzeyin, beden yüzeyine göre yüzde hesabı ile belirtilir; sözgelimi, el ya da ayakların her biri yüzde bir, gövdenin ön ya da arka kısmının tümü yüzde 20 gibi. Haşlanmayla erişkinde beden yüzeyinin yüzde 15inden fazlası, çocukta ise yüzde 10undan fazlası zarar görmüşse, plazma yitiminin aktarımla yerine konması gerekecektir.
Tedavi
Birinci derece haşlanmalarda derinin iç tabakası dermis zarar görmemiştir. Ağrı genellikle birkaç günde geçer ve yara, iz bırakmadan iyileşir. Ama çok rahatsız ediyorsa, biraz kalaminli losyon ya da merhem sürülebilir. Bu, ağrıyı azaltacaktır. Eğer kabarcık uygunsuz bir yerdeyse ya da kazayla patlayacak gibiyse, üstüne bir gazlı bez ve pamuk kapatılarak korunmalıdır. Kabarcık çok büyükse doktor tarafından patlatılıp pansuman yapılır. Kazayla patlarsa üstüne temiz bir bezle kapatılmalıdır. Çok ağrı yapıyorsa antiseptik bir merhemle ağrı dindirilebilir. İkinci derece haşlanmalarda iyileşme yavaştır ve üstü açık kalan dokuda enfeksiyon olasılığı yüksektir. Üstelik altderideki sinir uçlarının açıkta kalması nedeniyle bu tür yaralar çok ağrılıdır.
Eğer haşlanan bölge çok ağrılıysa nemli bir bezle örtülebilir ama elle dokunulmamalı ve tedavi için doktora başvurulmalıdır. Çoğu olguda, kuru, steril pansuman yapılır. Yalnızca üçüncü derecede haşlanmalar hastane tedavisi gerektirir. İlk olarak şokla mücadele edilmelidir ve bu ancak plazma ve kan verilerek yapılabilir. Şoktan etkilenen organlar böbrekler, karaciğer ve mide gibi zarar görüp görmediklerinin saptanması ile izlenirler. Yitirilen sıvı nedeniyle bedenin enfeksiyonlarla savaşma gücü azalacağından, hastanın durumu sık sık denetlenir. Enfeksiyonlara karşı antibiyotikler kullanılabilir. Yara iyileştiğinde, yeni derinin esnemesi için ve söz konusu eklemlerin hareket gücünü artırma amacıyla fizik tedavi uygulanır.
Evde haşlanmayla sonuçlanabilecek kazaları önlemek için, birkaç noktaya dikkat etmek yeterlidir. Bilindiği gibi bu tür kazalar hemen her zaman ihmal ya da dikkatsizlik sonucu olur. Özellikle de yaşlılar ve çocuklar tehlike altındadırlar. Eğer evde çocuk varsa, mutfağı olabildiğince düzenli tutmak ve çaydanlık, ocak gibi tehlike yaratacak nesnelere yaklaşmalarını önlemek gerekir. Tava ve saplı tencereleri ocağın arka gözlerine koymaya dikkat etmek ve saplarının ocaktan dışarı taşmamasına özen göstermek de gerekir. Yaşlı ya da çocuk yıkanırken musluktan akan suyun, haşlayacak kadar sıcak olmamasına özen gösterilmelidir. Küveti önce soğuk suyla doldurup, sonra sıcak su eklemek en iyisidir; küçük çocuklar küvete düşebilirler. Ayrıca mutfağın ya da mutfak gereçlerinin tehlike yaratmayacak nitelikte olmasına özen gösterilmeli, gerekli düzenlemeler yapılmalı, onarım gerekirse geciktirilmemelidir.
Haşlanmaların çoğu ev kazaları sonucu olur ve ağır ya da hafif yanıklara yol açabilir. Ancak, durum ne olursa olsun, ağrıyı dindirecek ve enfeksiyon riskini azaltacak önlemler alınabilir. Islanan giysilerinizi çıkarın; her saniye yanığın daha da ilerlemesine neden olur. Haşlanan bölgeyi en az 10 dakika soğuk suya tutun. Haşlanan bölge şişmeden, üstünde sıkı olan ne varsa saat, bilezik, yüzük, jartiyer, ayakkabı gibi çıkarın. Haşlanma ciddi ise, hastayı yatırın ve sıcak tutun, şok geçirebilir. Haşlanan bölgeyi temiz, ıslak bir bezle kapatın. Bölgeye ellerinizle dokunmayın, krem sürmeyin. Su keseciklerini patlatmayın; enfeksiyona neden olabilirsiniz.
Hastaya su, çay ya da limonata verin; yitirdiği sıvının karşılanması gerekir. Yanık türündeki yaralar, "ağızdan hiçbir şey verilmez" kuralının söz konusu olmadığı tek yaralanma türleridir. Haşlanma ciddi ise, hastayı uygun pansuman ve tedavi için hemen doktora ya da hastaneye götürün. Ancak çok ufak haşlanmalara doktora gerek yoktur. Kendiniz tedavi edecekseniz, en iyisi bölgeyi kapamanızdır. Yanığa herhangi bir şey sürmemek en doğrusudur, ancak ağrı çoksa, antiseptik bir merhem sürebilirsiniz. Ağrı geçmiyorsa ya da enfeksiyon söz konusuysa doktora danışın.
........................................................................................................
Fistül
Fistül, bedendeki iki boşluklu bölüm ya da boşlukla deri arasındaki doğal olmayan bir geçittir. Bazen apse boşaltma amacıyla cerrahi yolla özel olarak da açılabilir...
Fistül sözcüğü Latincede "boru" anlamına gelir. Fistül, bağırsak gibi içi boş bir organla deri arasında ya da bağırsakla idrarkesesi arasında olduğu gibi, iki değişik organ arasında da oluşabilir.
Nedenleri
Fistüller eskisi kadar sık görülmemelerine karşın, hâlâ enfeksiyon sonucu oluşmaktadırlar. Bazen, bir ameliyattan sonra nedbeden dışarı açılır. Osteomiyelit kemik iliği iltihabı enfeksiyonları sonucu da fistül oluşabilir ama bunlara ender rastlanılır. Osteomiyelitte apseleşme olursa, dışarıya açılan bir fistül de ortaya çıkabilir. Enfeksiyonlar, makat çevresinde de fistül oluşturabilirler. Fistüller doğuştan olabilirler. Bunların belki de en önemlisi, yemek borusu ile soluk borusu arasındaki bağlantıdır. Bebek beslendiğinde süt akciğerlerine kaçar ve hem yeterli beslenmesini engeller, hem de ciddi akciğer komplikasyonları yapar. Dolaşım sistemindeki fistüller de doğuştan olabilirler, ama daha az tehlikelidirler. Fistüller yapay olarak da oluşturulabilir. Cerrahlar buna değişik nedenlerle gerek duyarlar. En yaygını, bir apsenin boşaltılmasıdır. Cerrah, ameliyat yerinde küçük bir parça lastik sonda drenaj tüpü bırakır ve deriyi onun çevresine diker. Böylece, ameliyattan sonra oluşan irin oradan boşalabilir.
Belirtiler
Fistül bedenin içi ve dışı ya da iki iç yapısı arasında oluşan anormal bir geçittir. Mikroskopla incelenirse, fistülün iç yüzünün, deri gibi düz bir yüzey oluşturan, epitel hücrelerinden bir tabakayla döşenmiş olduğu görülür. İşte bu nedenle fistül çok zor iyileşir.
Tedavi
Enfeksiyonların makat çevresinde oluşturduğu fistüller ancak ameliyatla tedavi edilebilir. Doğuştan gelen fistüller doğumdan sonraki birkaç gün içinde tanılanması ve ameliyatla tedavi edilmesi gerekir. Kemik iliği iltihabı sonucu oluşan fistüller iyileşir kemik bol kanla beslenmediğinden zor iyileşir.Kana karışan antibiyotikler kolayca kemiğe geçemediklerinden, istenen etki sağlanamaz.
........................................................................................................
DOLAMA
Tırnak dibi iltihapları, dolama olarak bilinir. Tırnakla derinin birleştiği yer, kütikül tırnağı çevreleyen ölü deri ile sıkıca örtülür. Kütikül zarar görürse, koruyucu çerçeve bozulur ve çatlaktan iltihap yapıcı etkenler girerler. Böyle oluşan iltihaplara tıpta panaris, halk arasında ise dolama adı verilir.
Nedenleri
Kütikül su, sabun ve yaralanma sonucu zarar görebilir. Ellerin suyun içinde fazla kalması, kütikülü zayıflatır ve yumuşatır. Sabun ve deterjanlarla uzun süreli temas, yağını alarak sertleştirir ve çatlamasına yol açar. Bu nedenle, dolama en çok ev kadınlarında ve elleri sürekli su içinde olanlarda görülür.
Küçük yaralanmalar da kütiküle zarar verir. Parmaklar, çok fazla kullanıldıkları için kolayca yararlanabilirler. Bebeklerdeki dolamaların nedeni ise yaralanma ve parmak emme yüzünden tırnak çevresinin sürekli ıslak olmasıdır. Dikkatsizce yapılmış manikürler kütiküle zarar verebilir ama hiç bakılmamış kütiküller de tırnak ayçasına kadar büyüyerek, yarılıp, iltihaplanabilirler.
Belirtiler
Kronik dolama, çoğunlukla elleri fazla su içinde kalan kişilerde olur. Apse yavaş gelişir ama sürekli ve yineleyicidir. Şişmiş tırnak çevresinden zaman zaman irin sızar. Tırnak yüzeyi, oluşması sırasında enfeksiyonla zarar görmesi yüzünden, düzgün değildir. Tırnak kenarlarında renk değişimi görülebilir. Akut dolama ise genellikle yaralanma nedeniyle olan ve aniden başlayan şiddetli iltihaptır.
Tedavi
Akut dolamada irin tırnak yatağına ilerlerse, küçük bir cerrahi girişimle apsenin yarılması gerekir. Ağızdan alınan antibiyotiklerle tedavi de etkili ve çabuktur. Kükürtlü merhemlerin dolama üstüne sürülmesi, şişliği ve ağrıyı giderir. Hafif iltihaplar, jansiyen moru ile alkol karışımı gibi mikrop öldürücülere yanıt verirler. Kronik dolamada tedaviden önce, kültür yapılarak bakteri ya da mantarın cinsi saptanmalıdır
........................................................................................................
DÖKÜNTÜ
Deride geçici olarak ortaya çıkan oluşumlar ve renk değişiklikleri "döküntü" olarak bilinir. Döküntüler çeşitli biçimler alabilirler...
Bir hastalığın başlangıcında ortaya çıkan döküntüye, birincil döküntü denir. Hastalığın doğal seyri sırasında ya da tedaviye yanıt olarak görünüş ve özelliği değişir. Yeni döküntülere ya da ilk döküntünün görünümündeki bu değişmelerle aldığı yeni biçime ikincil döküntü adı verilir.
Nedenleri
Döküntüler, çeşitli hastalıkların belirtisi olabilir. Döküntü, bedenin tümünü etkileyen bir durumun dış belirtisi olabilir. Ateşli hastalıklar, duygusal rahatsızlıklar ya da alerji, döküntü yapabilir. Ancak döküntüler, "dermatit" denilen bir çeşit iltihap olan bir deri rahatsızlığının da belirtisi olabilir. Mantar hastalığı, egzama ve isilik bu tür iltihaplardır.
Belirtiler
Birincil döküntülerin en yaygını, doktorların "makül" dedikleri kırmızı lekeler ya da alanlardır. Sınırlı bir alanda derinin rengindeki herhangi bir anormal değişme, "maküler döküntü" olarak nitelendirilir; kırmızılığın kendisine ise "eritem" adı verilir. Bazen, kızamığın başlangıç evresinde olduğu gibi, döküntüler, birbirinden ayrı yüzlerce küçük lekeden oluşur.
Bazen de lekeler büyüyüp birbirleriyle birleşir ve böylece büyük lekeler oluşur. Döküntünün üstüne parmakla bastırıldığında solmaz, ama bazen geçici bir beyaz alan kalır. Bu, tifo gibi birkaç hastalığın ayırt edici özelliği olduğundan, teşhis için önemlidir.
Döküntülerin bir başka yaygın biçimi, çoğunlukla kırmızı olmamakla birlikte, kabarık lekelerden oluşur. Parmak, deri üstünde dolaştırıldığında kolayca hissedilirler. Bu küçük sivilceler "papül" olarak bilinirler ve döküntülerine "papüler döküntü" denir. Makülo-papüler döküntü ise, hem maküle hem de papüle benzer. İçinde sıvı bulunan sivilcelerden oluşmuş döküntülere, doktorlar "vesikül" derler. Başlıca örneği, suçiçeği ve çiçek hastalığı döküntüleridir. Bir döküntü de papülden çok daha büyük, kabarmış alanlar da olabilir. Genellikle ortası beyaz, çevresi kırmızı ya da pembedir. Kurdeşende görülen bu döküntüler çok kaşıntılıdır ve deride iltihaba neden olan histaminin salgılanmasına yol açan bir alerjik tepkinin belirtisidir.
Bazı vakalarda birincil döküntü, ikinci bir aşamaya geçmeden ve hiç bir iz bırakmadan yavaş yavaş yok olur. Ama çoğu döküntü ikinci bir evre geçirir. İkincil döküntüler de çeşitli biçimlerde olabilirler. Döküntüyle kaplanan deri genellikle soyulur. İlk döküntü kuru makül ya da papül ya da ikisinin karışımıysa bu normaldir. Suçiçeğinin son evrelerinde görülen döküntüler, püstül adı verilen, içi bulanık bir sıvıyla dolu sivilce biçimindedir. Lekeler, irin içeren iltihaplı püstüllere dönüşürler; bu tür "ıslak" döküntüler, kabuki oluşturarak kururlar, altlarında yeni deri oluştuktan sonra da kabuklar düşer. Derinin derin tabakaları etkilenirse suçiçeği yaraları kaşındığnıda olduğu gibi çiçek bozuğu ya da küçük çukur biçiminde iz kalır. İkincil döküntünün öteki biçimlerinde deriye kayış gibi bir görünüm veren kalınlaşma olur uzun süren, yani kronik iltihabın özelliği. Aynı biçimde, deride kalıcı renk değişiklikleri yapabilir. Deri, derialtı dokularını açıkta bırakacak biçimde çatlayabilir ve bu yaralara havadaki bakteriler bulaşır. Bu durum, zona hastalığında ve uçukta olur.
Tedavi
Döküntülerde asıl nedene yönelik tedavi uygulanmalıdır. Ancak kaşıntı çok rahatsızlık veriyorsa, ucuz ve etkili kalamin merhemi kullanılabilir. Kalamin de yeterli olmazsa, doktor, antihistaminli tablet ya da şurup verebilir. Ancak her kaşıntıda antihistaminli kremler kullanılmamalıdır. Antihistaminin de alerjiye yol açabildiği ortaya çıkmıştır.
Sivilce ya da püstüller patlarsa ya da ülserler varsa, enfeksiyonu önlemek için mikrop öldürücü kremler ya da losyonlar gerekli olabilir. Tedaviye karşın geçmeyen, yineleyen ya da belirgin bir neden yokken ortaya çıkan döküntüler ayrıntılı bir incelemeyi gerektirir. Testlerde nedenin ya da altta yatan bir hastalığın tanılanması mümkündür. Bu konuda önemli bir nokta da başkasına verilmiş olan ilacın, döküntüler birbirine benzese de kullanılmamasıdır.
........................................................................................................
DERİ TAHRİŞİ
Deri tahrişi, genellikle dış etkenler yüzünden deride oluşan çatlak ya da yaralardır. Uzun sürmedikçe tedavi basit, hatta gereksizdir...
Bedenin başlıca koruyucu örtüsü olan deri, aslında son derece dayanıklıdır. Buna karşılık, sürtünme, sıcak ile soğuk, kimyasal maddeler ve güneş ışığı gibi dış etkenler ile alerji, enfeksiyonlar ve bazı hastalıklar gibi iç etkenlerin etkisiyle deride ağrılı çatlaklar oluşabilir.
Nedenleri
Deri tahrişinin pek çok sebebi vardır. Yatak yaraları ve kimyasal tahriş en çok görülenlerindendir. Yatak yaraları, sürekli yatan ya da oturan hastalarda derinin hep aynı bölgesinin sürekli basınç altında olmasından kaynaklanır. Daha çok bilinçsiz hastalarda, özellikle aşırı barbitürat alanlarda, inme geçirenlerde ya da halsizlikten ötürü hareket edemeyenlerde görülür. Yatak yarası en çok kuyruksokumunda ortaya çıkar. Yatak yarasına karşı önlem olarak, hastanın yatakta sık sık döndürülmesi ve basınç altındaki bölgelerin, çinko içeren pomatlarla ya da alkolle ovulması gerekir.
Kimyasal tahriş nedenleri arasında en önemlileri, işyerlerindeki toz, sıvı ya da buhar halindeki maddelerdir. Endüstride çalışanlarda görülen dermatitlerin deri iltihabı yüzde 70i kömür, taş çimento ya da çelik tozu gibi maddelerin yarattığı aşınmadan kaynaklanır. Asit, parafin, petrol ve terpentin deriye zarar veren etkili maddelerdir. Bu durum en çok yaşlı maden ve inşaat işçilerinde göze çarpar. Maddeyle temas uzun sürerse, derideki küçük, önemsiz yaraların bile geçmesi zorlaşır. Kromla çalışan, kromikasit ve kromatlar ile uğraşan kişilerde, derideki kesik ve sıyrıkların çevresinde kroma bağlı tahrişten ötürü yaralar oluşur. Bunlar en çok parmaklarda ve burnun orta çizgisi boyunca görülür.
Gittikçe artan bir başka tehlike de radyoaktif maddeler ile röntgen ışınlarının etkisidir. Bunların etkisinde kalan kişilerde çok yavaş iyileşen yaralar oluşur ve bazen bu yaralar kansere dönüşür.
Belirtiler
Kimyasal maddelerin yarattığı deri tahrişinde belirti bu maddelerin etkisiyle yıllarca aşınıp yıpranan derinin zamanla kalınlaşması ve üstü pullu bir görünüm kazanmasıdır. Yatak yaralarında derinin su toplayıp patladığı görülür.
Tedavi
Birkaç hafta süren deri rahatsızlıklarının doktora gösterilmesi gerekir. Tahriş sonucu oluşmuş yaranın iyileşmesini engelleyen herhangi bir etken bulunabilir ya da tedavi yöntemini değiştirmek gerekebilir. Bütün ciddi deri rahatsızlıklarında erken tedavi yararlı olur. Genel bir kural olarak yaranın üstüne bir şey sürmemek gerekir. Sürülen maddeler yaranın nemli kalmasına yol açacaklarından iyileşmeyi yavaşlatır. Yatak yaralarında, gençlerde yaraların üstü kapatılıp antibiyotiğe başvurulur; yaşlılarda ise daha özenli bakım gerekir.
........................................................................................................
HERPES
Herpes, deride ağrılı kabarcıklar oluşturan bir virüs hastalığıdır. Gerçek bir tedavisinin olmayışına ve belirtilerin zamanla kendiliğinden yok olabilmesine karşılık, hastayı rahatlatacak girişimlerde bulunulabilir...
Herpes virüsünün iki ayrı türü vardır. İlki ve daha ciddi olanı halk arasında "zona" diye bilinen hastalığın etkeni olan herpes zosterdir. Herpes simpleks denen ikinci tür ise ikiye ayrılır: Bedenin üst kesiminde özellikle de ağız ve burunda etkili olan, "uçuk" diye bilinen hastalığı yapanı ve üreme organları çevresinde oluşan genital herpesin etkeni.
Nedenleri
Zona, bedenin etkilendiği yerinde kuşak halinde kabarcıklar oluşturan, duysal sinirlerin ağrılı bir enfeksiyonudur. Nedeni, suçiçeği virüsüne benzeyen, ancak son derece karmaşık özellikler gösteren bir virüstür. Sözgelimi zona, bulaşıcı bir hastalık değildir ve hekimler herpes zoster virüsünün nasıl harekete geçtiğini tam olarak bilmemektedirler. Virüsün, çocuklukta geçirilen bir suçiçeği hastalığından sonra bedende gizli kaldığına inanılmaktadır.
Belirtiler
Enfeksiyon, etkilenen sinirlerde ağrı ve ateşle ortaya çıkar ve deride kabarcıklar belirir. Kabarcıklar sonradan kabuk bağlayarak salkım biçiminde kurur. Üreme organlarındaki genital herpes, değişik bir virüsle oluşur ve genellikle hasta bir kişiyle cinsel ilişki sırasında bulaşır. Enfeksiyon fiziksel ve duygusal stres zamanlarında ve kadınlarda âdet sırasında yineleyebilir. Üreme organlarında, makatta, kalçada ve baldırlardaki herpesler, yani kabarcıklar, genellikle patlayarak yara oluştururlar.
Tedavi
İki herpes virüsünün de kesin tedavisi yoktur. Ancak belirtilerin verdiği rahatsızlık yok edilebilir ve belirtiler sonunda kendiliğinden ortadan kalkar. Kabarcıklar için genellikle ağrı kesici ilaçlar, genital herpes içinse anestezik jeller uygulanır. Kabarcıklar, enfeksiyondan korunmak için antiseptik tozlarla ve merhemle örtülür. Antibiyotik ve kortikosteroit içeren merhemler de yararlı olabilir, ancak bu tür tedaviler doktor gözetimi altında kullanılmalıdır.
İyileşme
Bir hafta ile bir ay süren genital herpes zaman zaman yineleyebilir. Buna karşılık en şiddetli dönem enfeksiyonun başlangıç zamanıdır ve hasta çoğunlukla enfeksiyonun yineleme aralığının uzadığını görür. Bütün yaralar iyileştiğinde virüs artık "dinlenme" halindedir.
........................................................................................................
CÜZAM
Bir zamanlar toplum dışına itilen kurbanlarıyla korkunç bir hastalık sayılan cüzam, artık tedavi edilebilmektedir...
Hastalığa eskiden bütün ülkelerde rastlanılırdı. Günümüzde ise yalnız nemli, tropikal ve yarı tropikal bölgelerde görülmektedir. Yeterli besin almayanlar ya da açlık çekenler ise özellikle tehlikede sayılır. Dünyada, 2 - 10 milyon arasında cüzamlı bulunduğu sanılmaktadır. Her yıl, yaklaşık 200.000 yeni vakaya rastlanılmaktadır.
Belirtiler
Cüzam iki biçimde ortaya çıkar ve her ikisinde de belirtiler, iki ya da üç yıl süren uzun bir kuluçka döneminden sonra görülür. Tüberküloit cüzam denen türünde dirseğin arkasındaki ulna siniri kalınlaşır ve iltihaplanır; bedende çay lekesine benzer lekeler oluşur. Duyum yokluğu nedeniyle farkına varılmayan küçük zedelenmeler ve enfeksiyon daha büyük hasarlara yol açar.
"Lepromatöz cüzam" adı verilen öteki türünde ise ilk belirtiler, altındaki iltihap nedeniyle kalınlaşan, kabaran, buruşan, uyuşmuş bölgelerdir. En ağır biçimlerinde bütün deri etkilenir; daha az şiddetli vakalar ise, daha çok yüz ve kulakları etkiler. Yüz, "aslan yüzü" görünümü alır. Kulaklarda, burunda ve yanaklarda yumuşak derialtı oluşumları gelişir ve genellikle başka bakterilerin bulaşmasıyla, kangrene dönüşen yaralar açılır. Ayrıca çevresel sinirler hasar görür; geniş yama biçimli duyarsız bölgeler ve felçler ortaya çıkar. Bazen bu durum, bütün kolu ya da bacağı etkiler.
Nedenler
Cüzamın nedeni, "mycobacterium leprae" adlı bakteridir. Bakteri, deri ve sinirleri etkileyerek duyum yitimine, ağır vakalarda ise biçim bozukluğuna yol açar. Hastalığa neden olan bakteri, bir kişiden ötekine deri temasıyla ve - büyük bir olasılıkla - burundan çıkan damlacıklarla geçer. Böceklerle, sterilize edilmemiş dövme iğneleriyle, derialtına yapılan şırıngalarla da bulaştığı bilinmektedir. Bulaşıcı bir hastalık olmasına karşılık, uzun süre yakın temas söz konusu değilse cüzama yakalanma olasılığı azdır. Bu yüzden cüzam, çoğunlukla aile içinde etkili olur.
Tüberküloit cüzam hastalığın daha hafif bir biçimidir. Genellikle etkilenenler, kulak arkasındaki yüz sinirleri ve elin bir bölümüne ait ulna siniridir. Yavaşça beliren bir uyuşukluk ve çevresel sinirlerde omurilikten başlayıp beden yüzeyine yayılan sinirler duyum yitimiyle ortaya çıkar. Dirseğin arkasındaki ulna siniri kalınlaşır ve iltihaplanır; bedende çay lekesine benzer lekeler oluşur. Duyum yokluğu nedeniyle farkına varılmayan küçük zedelenmeler ve enfeksiyon daha büyük hasarlara yol açar.
"Lepromatöz cüzam" adı verilen öteki türünde ise bakterinin neden olduğu zarar, çok daha ağır ve yaygındır. Cüzam, tedavi edilmezse ilerler. Duyarsız bölgeler kolayca zarar görür; zedelenmeler fark edilmez, iltihaplanır, bazen kangren olur ve böylece el ve ayak parmakları yitirilir.
Sinirlerin iltihaplanması, çevresel kas gruplarının felcine yol açarak, bilek ya da ayakta felç yapar. Tedavi edilmeyen hastaların en az yüzde 25inde yüz biçiminin bozulması ya da ciddi sakatlığa varan biçim bozuklukları görülür.
Toplumdan yalıtılma korkusu, hastaların tedavi için zamanında başvurmasına ve cüzamın çevreye yayılmasına yol açar. Ancak tedavi görmekte olanların genellikle hastalığı bulaştırmadıklarından, yalıtılmaları gereksizdir.
Tedavi
Tanıda "lepromin testi" olarak bilinen deri testinden yararlanılır. Böylece hastanın direnci ölçülür. Direnç yüksekse, tüberküloit cüzamın hafif vakalarında olduğu gibi, bazen kendi kendine ya da birkaç aylık ilaç tedavisiyle geçer. Direnç düşükse, ilaç tedavisi yayılmayı sınırlar, ama yineleme eğilimi olduğu için ömür boyu ilaç almak gerekebilir.
Tedavi edilmeyen cüzam genellikle yaşamı kısaltmaz; yavaş ilerlediği için zamanla artan sakatlıklara ve biçim bozukluklarına neden olur. Bununla birlikte, modern tedaviyle ve erken tanıyla bu üzücü sonuçların önlenebildiğini unutmamak gerekir.
Tedavi, bir sülfür bileşiği olan dapson DDS ile yapılır. Dapson haftada iki kez ağızdan alınır. Bu tedavi yıllarca, bazen de ömür boyu sürer. Hasta, dapsonun yan etkilerine dayanamazsa, sülfakson ve rifampisin gibi başka bileşikler alabilir. Genellikle hastalarda ilaca tepki olarak karaciğer iltihabı ya da kansızlık oluştuğundan, bu ilaçlarla birlikte vitamin ve demir hapları verilir.
Zarar görmüş sinirlere yeniden duyarlılık kazandırmak olanaklı olmasa da, etkilenmiş kaslar fizik tedavi ile sağlığa kavuşturulabilir. Kangrenli bölgeler ameliyatla alınır; yüzün ciddi olarak etkilenmiş bölümlerine plastik cerrahi uygulanabilir.
.....................................................
EGZAMA
Egzama, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan ve deride kızarıklık, şişme, veziküller, kaşıntı gibi belirtilerle görülen daha çok psikosomatik nedenli deri hastalığı. Başlıca özelliği, kızarık deri üzerinde beliren kabarcıklardır. Akut, kronik, yaş ve kuru egzama gibi türleri vardır.
Egzama çeşitleri
Kenarlı hebra egzaması
Apış arasında ve uylukta görülen mantar hastalığı. Bir dermatofitondan Epidermophyton floccosum, Tricadan rubrum, T. interdigatele ileri gelen kenarlı egzamalar erkeklerde daha sık görülür. Kaba etin iç yüzeyinde, kenarları grintili çıkıntılı, ortası daha soluk, kırmızı lekeler ortaya çıkar. Lekeler bir yan da ya da iki yanda olur, kaşıntılıdır ve kenarları kabarcıklarla sınırlıdır. Mantar ilaçlarıyla tedavi edilir.
Seboreli egzama
Seborenin görüldüğü bögelerde yerleşen kırmızı, pullu, yağlı görnümlü lezyonları içeren deri hastalığı. Seboreli egzama, saçlı deride ve bunun kenarlarında, alında seboreli kask, kaşların üzerinde ya da aralarında, burun-yanak oluklarında, kulak arası girintilerde, kulak yolunda, göğüs kemiğinin orta yerinde seboreli madalyon görülür. Bazı egzamamsı egzamatit deri hastalıkları ile sınırları pek belirsizdir. Tedaviden kolaylıkla sonuç alınabilir indirgenler özellikle yerel kortikoitler fakat bu egzama tipi bir hastalıktan fazla bir durumu belirtiğinden yinelemeler her zaman olasıdır.
Egzama en sık görülen deri hastalığıdır
Şekiller ne olursa olsun, üstderide dokusal bir birime her zaman rastlanır: egzoseroz ve sponijoz süngerleşme. Maphigi mukoza cisimcikleri oluşan sıvıyı emer, hücreleri birbirinden ayırır, sonra desmoslarda hücreleri birleştiren bağları koparır ve üsderinin içinde kabarcık oluşmasına yol açar.Böylece egzama birçok evreden geçer:kızarıklık, kabarcıklanma, akıntı ve kabarcıklar kuruduktan sonra parlaklık ve pullanma.
Fakat bu evrelerin hepsi birden bulunmayabilir, çoğu zaman bunlardan biri üstün durumdadır. Egzama akut olabileceği gibi genellikle akıntılı ve çok kaşıntılı süreğen de kronikleşme olabilir. o zaman daha çok kızarıklık ve pullu, zaman zaman kabarcıklı ve değişik şiddetle kaşıntılı.
Yer yer madeni para biçiminde olabileceği gibi yaygın da olabilir. Bazı yerleşim bölgeleri karakteristiktir.
Ellerde disidrozgörünümündedir. Memelerdeki egzama her zaman çift taraflıdır ve çoğu zaman bir uyuz belirtisidir. Memede, bir yanda egzamaya benzer bir deri hastalığı görüldüğünde Paget deri hastalığı akla gelmelidir kanser hastalığı.
Genellikle iki tip egzama vardır:
Edinsel egzama
Edinsel egzama ya bir iç etmene karşı duyarlılıktan nispeten ender rastlanır, çünkü iç etmenlerden doğan deri hastalığı çoğunlukla kurdeşen biçiminde ortaya çıkar ya da bir dış etmene karşı duyarlılıktan gelir.
Temas egzaması
Aslında ayrım kesin değildir, çünkü temas egzamasının ortaya çıkması için genellikle önceden hazırlıklı bir bünye gerekir. Temas egzaması genellikle meme çocuklarında görülen egzama tipidir. 3 aylığa doğru ortaya çıkar ve ilk olarak yüzden başlar. Evrim belirsizdir. 2 ya da 7 yaşlarında kesin olarak iyileşebildiği gibi, büyük çocuklukta ve yetişkinde yavaş yavaş süreğen hale de gelebilir. Bazen astım gibi başka alrjik hastalıklar buna eşlik edebilir. Temas egzaması sayıca çok fazladır ve çoğunlukla mesleklere bağlıdır.
Egzamayı oluşturan etkenler
Egzama, zamansız uygulanan bir ilaç yüzünden de ortaya çıkabilir kükürt, civa, antihistaminikler, sülfamitler, penisilin, vb. ile yapılmış tozlar ya da merhemler.
Ev kadınlarında görülen egzama el egzaması çamaşır suyundaki potasyum bikromata, çeşitli çamaşır sularına, hatta lastik eldivenlere bağlıdır.
En sık görülen temas egzamalarından biri kozmetiklerden ve saç boyasından para grubu ileri gelir. Güzellik müstahzarları, özellikle kokulu oldukları zaman, sayısız yüz egzamalarına neden olabilirler. Tırnak cilasının özel bir yeri vardır, tırnaklarda egzama yapmaz, ama göz kapaklarında yapar.
Giysilerin yaptığı egzamalar genellikle kauçuktan ve sentetik dokumalardan ileri gelir oysa, aslı nedeni boyadır, özellikle siyah,mavi ve yeşil renkli boyalar, yoksa hep söylendiği gibi kumaş değil. Boyundaki egzama çoğunlukla yüksek yakalı hırka giyilmesinden ileri gelir. Ayak egzaması ayakkabıdan ileri gelebilir deri boya, cila ya da yapıştırıcı. Madenler özellikle nikel bir temas egzamasına neden olabilir saat bileziği, zincir vb.. Deri testleri bazen temas egzamasının nedenini ortaya çıkarabilir.
Enfeksiyon egzamaları mikrop ya da mantar kökenlidir. Ama enfeksiyon mu egzamaya neden olmuştur, yoksa enfeksiyon mikrop kapan egzamanın mı sonucudur, kestirmek zordur.
Atopik Egzama
Atopik ekzema, atopik dermatit döküntü ve kaşıntıya neden olan kronik ve alevlenmelerle seyreden bir deri hastalığıdir. Genellikle ailesinde astım, alerjik rinit gibi atopi alerji öyküsü bulunan kişilerde görülür.
Atopik dermatit sıklığı giderek artmakta olan bir deri hastalığıdir. Günümüzde hemen hemen her 5 çocuktan birinde görüldügü belirtilmiştir. Hastalık genellikle yaşamın ilk yılında ortaya çıkar ve yeni teşhis konan olguların 50 si 12 aylıktan küçük bebeklerdir. Atopik dermatit küçük çocuklarda daha sık görülen kronik bir hastalık olmasına karşın her yaştan hastayı etkileyebilir. Atopik dermatit bulaşıcı değildir.
Tedavisi
Akut evrede eski ilaçlar halen değerini yitirmemiştir; ihlamur ile ıslatmalar, suyla tutulmuş hamur ya da bezoini olmayan taze domuz yağıyla hazırlanmış hamur kompresleri, ellerde önemli bir akıntı varsa 2 gümüş nitrat eriyiği sürme. Pullanma evresinde indirgenler ihtiyol, katran kullanılır. Yerel kullanılan kortikoidler çok büyük yarar sağlar kıllı bölge ya da kıvrımlarında losyonlar, ıslak bögelerde kremler, kuru bölgelerde merhemler, ama yüzde, flüorlu olmayanları yalnız kısa sürelerde ve çok büyük ihtiyatla kullanılmalıdır.
Genel tadavi, özgü olsun olmasın duyarsızlaştırmayı öngörür. Antihistaminikler, özellikle kaşıntıya karşı çok yararlıdır. Genel kortizon tedavisinde ağır olgularda başvurulur, tedavi kesildikten sonra çoğunlukla hastalık yine tekrarlar. Bazı kaplıcalarda yapılan banyolar yararlı olabilir.
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
UÇUK TEDAVİSİ
Bazı madde ve ilaçlar uçuğun verdiği rahatsızlığı azaltmak için kullanılmışlardır. Alkol ve antiseptik ilaçlar: Uçuğun üzerinde bakteri enfeksiyonunun gelişmesini engeller ancak uçuğun spesifik tedavisi değildir.
Ağrı kesici ilaçlar: Uçuğun sebep olduğu ağrıyı azaltırlar.
Buz uygulamak: Ağrıyı azaltabilir.
Oysa günümüzde etkili tedavide kullanılan antiviral uçuk kremleri deriden geçerek uçuk virüsüne Herpes simplex etki eder ve deriye zarar vermesini engeller, uçuğun meydana getirdiği psikolojik ve fiziksel rahatsızlıkları giderir. Uçuğun erken döneminde kullanımları halinde uçuğun çıkmasını engelleyebilir, ileri evrelerde ise oluşacak uçuk sayısını azaltabilir, yayılmasını engeleyebilir, virüsün yayılmasını durdurur, iyileşmeyi hızlandırırlar.